Şöhretin Sonu



Sinema Tarihinin gelmiş geçmiş en etkili oyuncusu diyebileceğimiz , hekesi bir şekilde etkilemiş , idol haline gelmiş büyük bir oyuncu...Humphrey Boghart...Ne yazık ki çok erken bir yaşta , 57 yaşında ölmüştür. Kariyerinin son filmini ise 1956 yılında,yine bir siyah-beyaz film olan , şöhretin sonu ile kameraların karşısına geçmiştir. Daha ünlü , eski filmleri kadar bilinmeyen , arkalarda kalmış bir filmdir bu. Burada tanıyacağınız yine eski artistlerden Rod Steiger Boghart ile birlikte gözüküyor. Film , bir amatör boksorun , birileri tarafından büyütülüp , meşhur edilmesini anlatıyor. Boksorün bir tek 2 metre boyundan başka hiç bir şeyi yoktur ve Ünlü Medyacı Boghart'dan , bu boksorün basın danışmanı olmasını isterler. Boghart ile kabul etmez çünkü adam dövüşemiyordur bile...Daha sonra her şey ayarlanır ve bu boksörü meşhur etmek için , sahte , yalan yollara girilir. Ana plan , tüm maçları ve karşıdaki rakipleri satın alıp , hepsinin ilk raund da kendiliğinden düşmesidir. Bu şekilde tüm adamları nakavt etmiş olacaklardır...
Bu oyun , bir hayli sürer ve Boksörün , hepsinin meşurluğu giderek artmaya , isimlerinden söz etmeye devam ederler. Boksör Toro'yu herkes bağırına basar. Her yerde Toro'nun resimleri vardır. Toro ise dövüşmeyi bilmemekte , bir iki sahte yumruk atarak rakiplerini yere sermekte , tüm izleyen halkı kandırmaktadırlar. Fakat Toro , kendini bu oyuna öyle bir kaptırmıştır ki ,çok iyi dövüştüğünü ve herkesi yere serdiğini söylemeye başlar. Oysa ki o hiç bir şey yapmıyordur. Bu oyun , en sonunda sert bir kayaya çarpar ve son şampiyonluk maçında , eski ağırsıklet dünya şampiyonu olan bir isim ile karşı karşıya gelir. Ne kadar para teklif etselerde adam kabul etmez ve çıkıp Toro'yu mahveder. Ve böylelikle hepsinin , şöhretin sonu gelmiş olur. Boks dünyasını , spor dünyasını yakından ilgilendiren , Boks dünyasında neler dönebileceğini bizlere açık ve güzel bir şekilde gösteren , hoş bir film...Boghart'ın performansı ise yine muhteşem , yine aynı yüz , değişmeyen bakışlar...

King's Speech




Öncelikle bu filmi yapan Yönetmen Tom Hooper'a teşekkür ediyorum. Daha sonra İngiliz duayen oyuncular Colin Firth ve Geoffrey Rush'a...Muhteşem performanslar,muhteşem bir oyunculuk...Tabii ki kadın oyuncu olarak Helena Bonham Carter'ı da unutmamak gerek. Colin Firth , en iyi erkek oyuncu , Geoffrey Rush , en iyi yardımcı erkek oyuncu ve Helena Bonham Carter , en iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında oscar'a adaylar. Bence hepsinin alması gerekiyor. En iyi film ve diğer çoğu ödüllerde dahil.

Peki bu filmi bu kadar güzel,özel ve iyi kılan ne? Birincisi , ilk olarak gerçek ve tarihi bir konuyu ele alıyor olması. Kral 5.George'un ölümünden sonra zoraki ve isteksiz bir şekilde büyük oğlu tahta geçer ama oda evlenip boşanmış bir kadınla evlenmek ister ki bu yasalara düzene aykırı bir durumdur ve çok geçmeden yerine kardeşi , Firth geçer ama onunda konuşmada kekeme problemi vardır. Ne rahat konuşabilmekte ne de bir metni okuyabilmektedir. Bu problemi aşabilmek için , bir konuşma koçuna eşi tarafından götürülür ve çalışmaya başlar.
Kekeme bir kralın çektiği zorluklar , ingilterenin savaş döneminde ki durumu , Elizabeth'in orada yansıtılıyor oluşu ve filmin tamamımın kusursuz oluşu...

Bir başka önemi ise şu an ki İngiltere Kraliçesi Elizabeth'in , filmi izledikten sonra bir açıklama yapıp , Colin Firth'in Babasını çok iyi oynadığını söylemiştir. Bu da mı yeterli gelmedi ? Tüm Bafta ödüllerini hemen hemen hepsini alan , Altın Kürede de aynı şekilde baş gösteren bir filmin , Oscar'lara da damga vurmasını beklemek kaçınılmaz...Bir İngiliz kraliyetini , ingilizlerin anlatıyor olması ise çok hoş ve kusursuz. Yönetmeninden tutun da , oyuncularına , diksiyonlarına kadar.
Bu önemli bir filmdir. Tarihi gerçekleri yansıtan , iyi esinlenen ve iyi yansıtılan bir filmdir. Bunlarda filmin en önemli unsurlarıdır. 12 Dalda aday olan filmin, bana kalırsa 6 ya da 7 oscar alacağı inancındayım. Bunu söylerken diğer adaylarıda unutmamak gerekiyor. Ama En iyi film, en iyi erkek oyuncu , ve en iyi yardımcı oyuncu ödülleri kesinlikle King's Speech filmine gitmelidir...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'de bu filmi izlemiş , ve önceden izlemesi olay olmuştu. Çok beğendiğini , Twitter'dan bildirmişti. Colin Firth , bugüne kadar bir çok başarılı film de , ve başarılı performansı ile sinemada boy göstermiş ,başarılı bir oyuncudur. Daha önce de , genellikle buna benzer ağır dram filmlerinde oynamıştır ama bu rolü ile gerçekten doruklarda...

Ağlaması görülmeye değer. Bu kadar doğal ve gerçek bir ağlama...Geoffrey Rush'ı değerlendirmeye gerek bile yok , artık kendisini ispatlamış bir ingiliz beyefendisi, asaletli duruş. Çok ama çok başarılı. Bu filminden sonra ise ünlü olmayan İngiliz Yönetmen Tom Hooper'ın işi daha zor olacak , çünkü böyle güzel bir filmden sonra insanlar ondan daha çok şeyler bekleyecek ve herkesin gözü onun üzerinde olacak...

Hangi Oscar?



Black Swan...Siyah Kuğu isimli filmi...Başrol oyuncu , uzun zamandan beri ekranlarda gördüğümüz genç oyuncu ki artık pek de genç sayılmaz ,Nathalie Portman. Film , 5 dalda Oscar'a aday olduğu gibi , En iyi kadın oyuncu adayında da Nathalie portman ismi gözükmekte. Şahsen filmi izledim ve çok başarısız buldum. Bu kadar saçma , yersiz ve eksik. Nedenlerine gelince...Öncelikle filmi yapan Yönetmenden başlayalım. Darren Afaronsky...Kimdi bu ? Amerikalı bir yönetmen , 2 sene önce The Wrestler isimli , Güreşçi filmi ile Oscar'a aday olmuş ve çok ün kazanmıştı. Bu film , gerçekten güzel bir filmdi. Mickey Rourke'nin başrolde devleştiği eşsiz bir film. Aynı Yönetmen , 2 sene sonra bu film ile boy gösterip , 5dalda oscar'a aday. Öncelikle bu Yönetmenin iyi bir film yaptığını , yani teknik açıdan söylemek çok zor. Çünkü kamera anlayışı çok kötü,devamlı titreyen bir görüntüyü seviyor, tripod,sabit görüntü sevmiyor. Olması gereken yerde bile titretiyor,bu da görüntüyü öldürüyor. Şimdi gelelim Siyah Kuğu'ya...Siyah kuğu diye bir film yapıyorsunuz, nedir bu , bir balerinin hayatı ve hayatında olup bitenler...Kızın psikolojik sorunları, kendini kaşıma , deri hastalığı var , kuralcı bir anne ve annesiyle olan problemleri , bunlarda bale hayatına yansıyor. İlk 30-40 dakika dram ve iyi bir anlatım ile giderken , film 40. dakikadan sonra aniden gerilim haline , hatta korku motiflerine bürünüyor. Ya ne oluyor ? Neden ? Anladık , bir kez kız kendiyle , ruhuyla karşılaştı da , devamlı filmin sonuna kadar olması ,filmi dramdan çıkarıp , gerilim mi , korku , seks , aşk , yani saçma sapan çorba gibi karıştırıyor. Burada ki en büyük hata da Yönetmende...Yani Yönetmen , ne yapmak istediğine karar verememiş , yapmışken de bütün unsurları , aşk, dram,korku , sapıklık , hepsini bir araya koyayım ve oscar'ı alayım demiş. Yok öyle kolay oscar...Bu film , hiç bir şekilde oscar almamalıdır değerli okuyucularım. İlla alması gerekiyorsa da belki 1 oscar , oda makyaj ile çünkü etkileyici ve güzel bir makyaj yapılmış. Portman'a gelince. Bir çok filmindeki başarılı performansından sonra bu film ile mi oscar alacak? Çok daha iyi performanslarını görmüştük , V For Vandetta gibi...Bence oda hak etmiyor. Oscar vermek bu kadar kolay olmamalı ,adaylık da öyle ama maalesef artık amerikan ödülleri de basitleşti ve cılkı çıktı , birine verilmesi gerekiyor ve hak etmese bile , almış olmak için veriliyor...

Goodfellas



Martin Scorsese'nin 1990 senesinde yaspmış olduğu, akıllardan çıkmayan , hiç unutulmayan , kusursuz bir mafya filmi...Bu film , sinema tarihinin aynı zamanda her zaman en önemli film arasında yer almayı başarmış bir filmdir. Zengin oyuncu kadrosu , Robert De Niro , Joe Pesci , Ray Liotta , Paul Sorvino gibi devlerle süslenmiştir. Bu filmin bu kadar sevilip , tutulmasının arkasında yatan nedenlere değinmek istiyorum. Bir film yapılırken , öncelikle nasıl bir mafya filmi olacağına karar vermelisiniz. İtalyan bir aile mi , hangi bölgeli , ve daha sonra filmi işlerken belli tabular üzerinden işlemelisiniz. İtalyan bir film , ve italyan bir mafya ailesi konusu anlatılıyorsa , gerekirse daha gerçekçi olması , hatta tam olması için italyan görünümlü oyuncular oynatılması gerekmektedir. İşte dahi Scorsese'nin büyüklüğü de burada çıkıyor. Bir mafya filmi yapıyor ve italyan asıllı oyuncuları oynatıyor ve görsel olarak izleyen seyirciler , o an , tipik italyanlar benzetmesiyle izlerken daha da büyüleniyorlar...İşte bu filmin tutmasının nedenlerinden , hatta en önemli başlı neden budur. Film , daha çekim öncesi doğru seçimlerle ne kadar iddalı v eiyi bir film o lduğunu gösteriyor.

Bana kalırsa Goodfellas ( Sıkıdostlar) var olan mafya filmleri arasında sayılabilecek ilk filmlerden biridir. Özellikle 1972 senesinde Yönetmen Francis Ford Coppola'nın Baba filmini çekmesiyle tüm sinema dünyası gelmiş geçmiş en iyi mafya filmi diye sallanmıştı. Ve hala bugün bile gelmiş geçmiş en iyi filmo larak kabul ediliyor, ve bu film serisinden sonra gelen iyi mafya filmleri onları izliyor. 1983 Senesi , Scarface , bir De Palma klasiğidir. Yine 1987 The Untouchables , yine bir De Palma klasiği , ve ardından 1990 Goodfellas gelir. İşte bu denli önemli ve kaliteli bir filmdir. Tipik bir mafya filmi midir, evet ama belki de o alıştığınız 1930'larda ki gangster filmleri kadar hızlı ve adam öldürmeli değildir. Neden mi ? Çünkü burada anlatılmak istenen , filmin ismi gibi aile içindeki sıkı dostlukların anlatılmasıdır. Bu anlatılırken , bir diğer taraftanda mafyanın esas yüzünü anlatan bir anlatım vardır ki ,bu da filmi çok iyi kılan ikinci etkenden birisidir. Scorsese , bu konuyu işlerken bu şekilde sunması , yine onun ustalığını göstermektedir. Bir konuyu işlerken , bir başka konuyu daha işlemek ve birbirlerinden kopmadan yapmak...

Joe Pesci2nin oyunculuğu burada görülmeye değerdir ki , bana göre kariyerinin en iyi çıkış filmidir ve ödülün de sahibi olmuştur. Pesci daha sonra , bu filmden beş sene sonra , 1995 yılında yine Scorsese'nin çekeceği ve yine karanlık bir film olan Casino da baaşrıyla boy gösterecektir. Goodfellas , bizlere bir dünyayı anlatır. İtalyan bir aile , ailenin birlikleri , bağlılıkları, gelenekleri...Ray Liotta , küçük yaşlardan beri mafya olmak istemekte ve ep gördüğü tanıdığı mafyalar içerisinde büyümektedir. Esasında konuya baktığınızda pek de farklı bir şey göremezsiniz , çünkü italyan mafya filmleri , ki en iyi filmlerdir, işleniş şekilleri genellikle yavaş ve bu şekildedir. Bu yüzden ,yapımo larak doğru bir şekil tercih edilmiş olup , iyi bir şekilde yansıtılmıştır.

Goodfellas bu sebeplerden dolayı çok başarılı bir filmdir. Scorsese'nin bana göre 1976 senesinde çektiği Taxi Driver'dan sonraki en önemli filmi de budur.

Grant'in Muhteşem Vedası




Cary Grant...Sinema Tarihinin gelmiş geçmiş en etkili oyuncularından biri. 1966 Yılında , henüz sağlıklıyken aldığı bir karar ile sinemayı erken bir tarihte bırakır. 1986 senesine kadar yaşayan Grant , çok erken bıraktığı sinema için : Artık kendime ve ialeme vakit ayıracağım diyerek kariyerini noktalamıştır. Bu belki de , kariyerine çok erken , 1930'lar da başlayıp , aktif olarak 1960'lara gelmesinden ötürü olabilir. Son filmi , 1966 yapımı Walk,Don't Run , yani Koşma yürü adlı film , yine bir Grant klasiği. Hemen hemen bütün filmlerinde olduğu gibi , komedi , eğlenceli bir aile filmi. Grant'i bu filmi izlerken , hep akıllarınıza şu soru gelecek , neden bu film ile bıraktı? Çünkü öyle enerjili ki bunu sormadan geçemeyeceksiniz. Bu süper komedi filminde Yönetmen Charles Walter'ı da buradan tebrik etmek istiyorum. Çok güzel,sıcak ve hoş bir komedi filmi , iyi bir senaryo , iyi görüntüler, doğru mekan seçimleri , hoş diyalogları. Samantha Eggar kadın oyuncu olarak başarılı bir şekilde karşımıza çıkıyor.

Filmin konusu da süper. Japonya'da olimpayatlara gelen Sir William Rutland(Cary Grant) , bu işlemi iki gün kala yapınca , tüm oteller ve odalar doludur. Açıkta kalan Grant , bir kiralık ilanını görerek , oraya gider. Samantha Eggar , kiraladığı eve bir bayan istese de kendisini zorla kabul ettirir ve parasını verir Grant. Durumlar bununla da bitemeyecek ve eve bir erkek arkadaş daha gelecektir. Jim Hutton. Çılgına dönen Eggar , bu iki inatçı adamla yaşamaya başlayacak ve komik dakikalar bizleri bekleyecektir. Çok güzel , neşeli ve hoş bir komedi filmi. Çekimleri de oldukça iyi. Oyunculuklar keza öyle. 1966 Senesine göre görüntüler oldukça canlı,iyi. Grant'in performansı ise görülmeye değer. Kariyerinin son filmi olmasına rağmen , hala ilk filmlerinde ki gibi neşeli ve bu güzel tadı veren bir oyuncu ve de film.

Bağla Beni ve Almodovar




İspanyol Sinemasının Luis Bunuel'den sonraki gelmiş geçmiş en büyük Yönetmen hiç kuşkusuz PEDRO ALMODOVAR'dır. Almodovar , filmlerinde ikili ilişkide ki durumları , cinsel hayatları ve hayatta ki durumları anlatır. Hemen hemen en çok sevilen filmi hangisi diye sorulduğunda bir kaç tane cevaplamak istersiniz çünkü hepsi de iyidir. 1990 da çekmiş olduğu , belki de pek meşhur olmayan , en azından ülkemizde çok bilinmeyen Bağla Beni filminde , İspanyol aktris ve güzel şarkıcı Victoria Abril ile İspanyol oyuncu Antonio Banderas oynamaktalar. Almodovar , bu filminde her zaman olduğu gibi en iyi işlerini çıakrıyor. Görüntü , çekim tekniği , kurgu , senaryo , müzik hepsi mükemmel. Bağla Beni filmi , tam bir psikolojik gerilmi filmi olarak gözüksede , tam anlamıyla bir gerilim filmi değildir. Ama izlerken psikolojik olarak insanı geren yapılar uygulanmaktadır. Bir adamın akıl hastanesinden çıktıktan sonra senelerdir beğendiği ünlü bir Tv yıldızını kaçırıp , evinde bağlayıp , ona olan aşkını anlatmaktadır. Bu deli olan adam , aslında kadına karşı hiç delilik etmez , tek istediği onunla evlenmek ve o istediği zaman onunla birlikte olmaktadır. Kadın hastalandığını gidip ilaç alır , tüm iyilikleri yapar ama kadının aklında hep kaçmak vardır. Ama en sonnuda kadın da ona aşık olacak ve birbirlerini seveceklerdir.

Her şeyden öte , bir film olarak çok üstün bir film. Almodovar'ın en iyi işlerinden biri , harika bir senaryo ve iki iyi oyuncu...Bunun yanında eskilerden , ünlü sert surat Francisco Rabal da bu film de film yönetmeni olarak , sakat bir arabada kasketli ve bıyıklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Filmin görüntüsü , her Almodovar filminde olduğu gibi çok net,güzel ve sıcak renkler. Kırmızı ve sarı renklerin , hatta tüm renklerin bu kadar canlı ve net gözüktüğü , görüntünün sıcak olduğu bir film. En güzeli ise senaryonun bu kadar hoş ve zekli, iyi oluşu. Tam anlamıyla kusrsuz bir film. Gerilim , Aşk ve saplantı unsurlarının incelendiği bu film , bir Almodovar klasiğidir...

Görsel Şölen



Sinema Tarihini önemli ölçüde etkileyen usta Yönetmenlerden Robert Altman'ın , son filmlerinden olan 2003 The Company(Kumpanya)'yı değerlendireceğiz. Altman , sinemayı önemli ölçüde etkilemiş usta yönetmenlerden biridir. Filmlerinde , dikkat edilmesi gerken bir çok konu , yer vardır. Bunların ilkine bakarsak bütçe ile bailayabiliriz. Altman , genellikle tüm filmlerini Yönetirken , aynı zamanda hemen hemen hepsinin yapımcılığını da yapmıştır. Bununlada kalmayıp , film de oynayan bazı oyuncularda yapımcılıkta görülmüştür. Altman'ın yapım olarak işleyiş ve uygulama yöntemi böyledir dedikten sonra , çekmiş olduğu filmlerde ki bütçe durumuna bakalım. Genellikle çok flaş , şov filmleri çekmekten ziyade , daha kendi halinde, durağan , en büyük bütçeli değil de , daha orta derece bütçeli filmleri çekmeyi yeğlemiş , hiç bir zaman tarzından şaşmamış ,ve bu sayede de başarıyı yakalamıştır ki , bu zor bir şeydir. Spielberg , Cameron milyon dolarlık filmleri çekip gelir elde ederken , Altman kendi çizgisinde daha belki sönük gibi gözüken ama şov olmayan ve sanat olan filmleri çekmiş , ve bu sayede de ALTMAN olmuştur.

Gelelim 2003 yılında ki Kumpanya'ya. Kariyerinde bir çok başarılı film çekmiş olmasına rağmen , neden bu filmi sizlere sunuyorum. Birincisi , hekesin izleyebileceği rahatlıkta bir film. Şöyle ki ,müzik ve bale sevenler bu filmden hoşlanacaklardır. Bale dünyasını , balerinlerin hayatını çok güzel müziklerle süsleyen Altman ,hepsinin hayatını tüm çığlaklığı ve yalınlığıyla anlatmaktadır. Bunun yaparken , bu dram filmi , bir müzikale , görsel bir şölene dönüşüyor. Anımsadığım kadarıyla Chiago bale okulu ve yine bir çok bale okullarının yardımı ve katkısıylada film , ünlü balerinlerin şovlarıyla süsleniyor. Güzel yıldız Neve Campell , eskilerden Malcom McDowell gibi isimler başrolde...

Film de , balerinlerin hayatını anlattığı gibi, onların tutkuları ve aşk hayatları da anlatılmaktadır. Filmin hazırlanışı , görselliği gerçekten görülmeye değer mükemmellikte. Nedeni ise , bu kostümlerin hazırlanışı ,sahne gösterimi ve sahn e uygulamayı bu derece iyi yapabilen ve bilen Altman'ın sahne bilgisinede söylenecek bir söz yok. Sahnenin ışıklarla olan görsel şovu , ayarları ,gerçekten sizleri alıp götürüyor ve kendinizi ünlü bir opera salonunda bale izliyor gibi hissediyorsunuz. Bu görsel şölen , kesinlikle görülmeye değer bir film. Balerinlerin hayatının nasıl olduğu , yinetim kısmının nasıl işlediğinin ,hocaların nasıl ,hangi yöntemlerle dansçılara eğitim verdikleri gibi konular açıklığıyla anlatılıyor.

Altman , kariyeri boyunca sanat ile ilgili bir çok film çekti. Müzik ile , Bale ile ,Radyo Dünyası , Opera Dünyası , Moda Dünyasının bu kadar yakından incelemiş , sanatkar bir Yönetmendir. Müziğe olan aşkı , görsel sanatlar bilgisi , ve eşsiz bir şekilde bu filmleri yansıtması , Altman'dan başka kimsenin bu kadar güzel görsel sanatlar filmi yapamayacağını gösteren etkenler arasındadır. Kumpanya'nın senaryosu çok mükemmel bir senaryo değil , sonuçta tek bir konu ve hayatı anlatan bir film ama işleniş olarak , yani senaryonun uygulanması olarak çok güzel yansıtılıyor ve işeniyor. Başarı ile başarısızlığa da bir farklı açıdan bakan bu film , moralin insan hayatında ki önemini de göstermektedir. Robert Altman , sinema tarihinin yetiştirdiği büyük yönetmenlerden biridir ve Kumpanya filmi hiç kuşku yok ki görülmeye değerdir...

İşte Sinema : Femme Fatale



Femme Fatale...Yani fransızca sözcük anlamıyla ÖLDÜREN KADIN...Femme Fatale sözcüğü , fransızca anlamında , bir kadının cinselliğini kullanıp , erkekleri tuzağına düşüren kötü kadın anlamına,yani öldüren kadın manasına geliyor. Bu film , yaşayan dünyaca ünlü İtalyan Efsane Yönetmen Brian De Palma'ya ait. Bana göre bugüne kadar yaptığı tüm filmlerle bir şeyler anlatan , kafaları yoran , ve yaşayan en büyük Yönetmenlerden birisidir. Hemen hemen hiç bir boş filmini göremezsiniz. Bu film de , izlenmesi ,pek kolay bir film değildir. Nedeni ise , sinemanın dilinin içinde yer aldığı , kodlar,ipuçları,anlatım,gizem her şey içinde mevcut. Bu yüzden anlaşılabilmesi pek de kolay değildir. Nedeni ise rüyalar,geçmiş,günümüz ve hayal dünyası...De Palma , bizleri bu müthiş oyunda götürüp getiriyor. Güzel oyuncu Rebecca Rojmin ve Antonio Banderas başrollerde.

Yapılması , çekim açısından değil ama kurgulanma adına zor bir film. Ve kusursuz bir kurgu , kullanılan farklı bir teknik , aynı anda farklı yerlerde , farklı olayları görüntüye sokan , ama bunu diğer filmlerden daha farklı yapan bir kurgu tekniği başarısı. De Palma'nın bu filmi , bir kurgu harikası. Aynı zamanda çok başarılı bir senaryo. Film , böyle başarılı bir senaryo ile daha çekilmeden % 80 i ile bitmiş. Geriye oyuncuların oynaması kalıyor. Bunlarda kusursuz olunda , ortaya dört dörtlük bir sinema şöleni çıkıyor. Peki bu 2002 yapımı film , ne yaptı? Ses getirdi mi ? Maliyeti , kazancı ne oldu. Sizlere bunlardan da bahsetmek istiyorum.
Film , 2002 yılında 35 milyon dolara çekildi. Yani o seneye göre çok iyi bütçeli bir film. Film de izlenildiğinde , en ufak bir ayrıntı kaçırılmamış ,eksik edilmemiş. Kazanç sağlamada ise De Palma'nın ne yazık ki kaybettiğini görüyoruz. Kendi bazında 6 milyon dolar , tüm dünya bazında yalnızca 16 milyon dolar kazanabilmiş. Yani u filmi ile kaybetmiş De Palma. Her ne kadar böyle gözüksede , bu film , izlenme olarak az , ya da kimseler tarafından anlaşılmadıysa , bu De Palma'nın başarısızlığı değil , bilakis en büyük başarısıdır. Öyle bir film yapmış ki , işte sinema bu dedirten , sinemanın tüm unsurlarını içinde bulunduran ,akıl karıştırıcı , düşündürücü,ayrı bir dünya.

Femme Fatale kavramını bu derece iyi yansıtabilen , bir şeytanın böylece iyi oynanılması...Bu film , senaryo bakımından da incelendiği , çok zengin , başlangıcıyla , geçmişiyle ve oluşumuyla yine kusursuz. Bu filmin genel olarak çok tutulmaması , insanların sıkılıp , filmi anlamamaları oldu. İşte belki de bu yüzden , bütçe bazında De Palma kaybetti. Her ne kadar böyle olsa da , gerçek sinema kazandı , sanat kazandı. Halbu ki bunu kimse anlayamadı.
Film , geçmiş , rüyalar ve gelecek üzerine kurulu olan bir köprü gibi. Başlangı. , geçmiş , rüyalar ,ve olaylar...Hepsi birleştiğinde ortaya müthiş bir dünya çıkıyor. Film de can alıcı sahneler mevcut. Mesela , öldüren kadının kendi geçmişiyle yüzleşmesi , kendini öldürme çabası , intihar edecekken görmesi ve kendiyle yüzleşmesi , akıllardan çıkmayan unutulmaz bir sahne...İşte bu bir sinemadır. Sinemanın , göstergenin , görüntünün en güzel anlatımıdır. Geçmişin günümüze yansıması , yüzleşme konuları en iyi burada , bu sahnede anlatılmaktadır. İşte bu yüzden bu film , çok değişik unsurlar açısından da önem arz etmektedir. Görkemli bir başlangıç , ve görkemli bir son. Ayrıca filmin çekimleri 2001 Cannes film festivalinde de gerçekleşmiştir. Burayı da görmek mümkün.

Filmin başında ki soyma sahnesi , ünlü besteci Maurice Ravel'in klasik müziği şahanesi İspanyol Bolero ile süslenmiştir. Akıl almaz bir oyun , müthiş planlar...Kaçırılmaması gereken , ve yakın sinema tarihimizde yapılmış en önemli filmlerden birisi olmuştur. Dikkatli izlenildiğinde çok etkileyici ve izlerken ve izledikten sonra sizleri etkileyen bir film. Üstad De Palma , 2002 de yine başarının en doruk noktasında olduğunu kanıtlamıştır.

Psikolojik Gerilim : Kiracı



Ünlü Polonya asıllı Fransız Yönetmen Roman Polanski'nin 1976 senesinde çekmiş olduğu başarılı bir gerilim filmidir. Bu film , izlenildiğinde , hiç bir korku , ya da gerilim unsuru içermeyen bir film olarak gözükebilir. Oysa filmin 1. çeyreği , yani ilk 1 saati , sizleri uyutuyor gibi gelebilir. Bu da filmin ağır bir dram olması , ama bu ağır dramlığın içinde , adamın , kendi hayatı yavaş yavaş , derinlemesine , kimi zaman sıkıcı , kimi zaman düşündüren ve akılcı bir akış içerisinde gelişmekte olan olaylar... Ünlü Yönetmen , kariyerinde oyunculuk da yapmıştır , hala da devam ediyor. Polanski , bu filminde de başrol de . Kadın oyuncu ise İsabelle Adjani. Onu tanımayanlar olabilir , Adjani , fransız sinemasının güzel oyuncularından biridir. Oyunculuğundan çok güzelliğiyle ön plana çıkmış bir isimdir.

Burada ki konu , Polanski bir binaya taşınır. Fakat taşındığı bina ve daire daha önceden lanetlenmiş , oturan kişi de intihar etmiştir. Kim oturduysa bir şey olmuştur. Bunu duyan Polanski aldırış etmeden evinde oturmaya çalışır ama ev sahibi , ve binadaki tuhaf komşular giderek tuhaflıklarını ortaya çıkaracaklardır. Psikoloji açısından , görünürde bir şey varmış gibi gözükmeyecek , ve hatta komşuların hiç bir şey yapmıyormuşçasına gibi yansıtılacaktır. Filmin büyüklüğüde zaten burada ortaya çıkıyor , ve kafa karıştırıp , kimin kötü olduğunu bir bulmaca gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Adamın giderek kendi kendine delirmesi mi , yoksa birilerinin onu delirtmesi mi , ya da bu adam daha önceden delirmiş mi gibi sorulara yanıt arıyorsunuz...

Kiracı , tam bir psikolojik gerilim türüne en iyi örnektir. Bu film , aynı zamanda kimi güçlerin , film de komşuların şeytan gibi güçlere sahip olduğu , hepsinin lanetli olduğu gibi gösterilmesi , ve daha önceden intihar etmiş olan kadının , Polanski'yi bir kadına dönüştürme çabası ve giderek kendini kadın kılığına sokması , tüyler ürperten bir şekilde anlatılmaktadır. Evin de rahat edemeyince , kız arkadaşının , Adjani'nin evine gider ve yalnızlığını orada öldürür. Ama çok geçmeden Adjani'nin de iyi olmadığını , ve onun da bu işin bir parçası olduğu ve şeytan olduğunu anlayacaktır. Söylemiş olduğum gibi , ilk 1 saati ağır geçen ama hep bir gizem olan ve sizleri düşündüren , çok iyi bir film. Sinema Tarihinin yapılmış olan en iyi gerilim filmlerinden biri olarak yer almış olan bu yapıt , psikolojinin ağır bastığı , bir adamı delirtme olarak da nitelendirebilecek unsurları içermektedir. Ve bu adamın hayat ve güçler karşısında ki amansız mücadelesi ama sonnuda gücü kalmayıp , yenilmesi ve kötülerin kaçınılmaz zaferi...Müthiş bir final ve son...Kadın kılığında Polanski camdan aşşağı atlar ama bir şey olmaz. Bu da yetmezmiş gibi , yara, kan içinde tekrardan yukarı çıkıp aynı yerden atlar , çünkü ölmek , kurtulmak ve kaçmak istemektedir. Ve sonunda gizli güçlerden kurtulmuş ,ve yine kötülerin dediği olmuştur. Lanetli bina , bir kez daha lanetini ortaya koymuştur.

Film boyunca görülen bir not ise , Polanski'nin karşı camında gördüğü tuhaf gelişmeler. Hemen hemen her gece , karşı cam da , tuvalet gibi küçük bir oda da , farklı türde insanları hareketsiz bir şekilde saatlerce dikilerek görür. Bu da , bizleri düşündürürken , ölmüş olan ölülerin ona gözükmesi gibi çözümlenebilir. Yani , başına gelecek felaketleri önceden uyarı anlamında karşısına çıkmış ve burada da Yönetmen Polanski çok başarılı bir iş yapmıştır. Bu hareket hem filmin içinde kendisine , hem de seyirciye bir uyarıdır. Bir şeylerin olacağı kaçınılmazdır...

Bunuel'in Şaheseri



Sinema Tarihinin gelmiş geçmiş en iyi Yönetmenlerinden biri olan İspanyol Luis Bunuel'in son filmi , Arzunun Şu Karanlık Nesnesi...Şaheser sözcüğü az bile...Deha Yönetmen , kariyerinde bir çok kez çalıştığı İspanyol dev oyuncu Fernando Rey ile yine bu filmde çalışıyor ve boy gösteriyor. Rey ile kariyerinde 5 filmde çalışmış olan Bunuel , bu filminde de harikalar yaratıyor ve Rey de kusursuz oyunculuğuyla bizleri büyülüyor. Arzunun Şu Karanlık Nesnesi , Bunuel'in kariyerinde ki son filmdir ve bu film , bir çok başarı ve ödülün de sahibi olmuş bir filmdir. 1920'lerin sonunda film çekmeye başlayan Bunuel , 1977 senesine , yani bu filme kadar başarılı 30'un üstünde filme imza atmıştır. Meksika dönemi , ve İspanya dönemi olmak üzere kariyeri git-geller ile geçmiştir.


Arzunun Şu Karanlık Nesnesinde Bunuel'in şaheşer sineması bizleri büyülüyor. Çünkü Sinema dilini nasıl kullanacağını biliyor. Birbirine benzemeyen iki kadını aynı rol de , Conchita isimli hizmetçi kız rolünde oynatıyor. Fernando Rey ise , bu iki kızı da seviyor ve aşk yaşamak istiyor. Kızlar ise onunla oynayıp , ona sağ gösterip , kaçıyorlar. Aslında iki kız değil ,tek bir kız var ve Rey'in sevdiği yalnızca bir Conchita. İşte sinema dili , işte bunalmış bir adamın kafası ve gözlerinden manzaralar...İşte Erkeğin kadının üzerindeki egemen olma arzuları ve kadının akılsı girişimleriyle erkeği elinde oynatması...

Tabii yalnız bu da değil , bir erkeğin aşık olunca ve çok sevince , tek taraflı bile olsa , istediğini alamasa bile neler yapabileceğini gösteriyor. Kadının ise , annesinin de , yani ailenin de erkeği kullanma emelleri ve parasal isteklerinin bitmek bilmeyen sonları anlatılmaktadır. Rey ise , hem kıza , hem de annesine parasal yardımını esirgemez çünkü deli gibi aşıktır...
İşte film , işte Bunuel...Bunuel'i büyük yapan şeylerde , filmlerindeki konuları ve gelişmeleri titizlikle inceleyip , ele alıyor olmasıdır.

Bu film de , Bir adamın kadınların tuzağına düşmöesini anlatırken , aslında bir adamın da körleşmesini ele alıyor. Dünya Edebiyatının üstadlarından 1981 Nobel Edebiyat ödüllü Elias Cannetti'nin KÖRLEŞME adlı eseri hemen akıllarımıza geliyor. Bu kitabı okumuş ve sonrasında da bu filmi izlemiştim. O kitap nasıl kusursuz ve harika ise , bu film de ona benzeyen , bir başka harika dünyadır. Sinemanın bu derece kusursuz kurulduğu bir dünya da , eşsiz bir film. İki tanınmayan kadın oyuncu ise rollerine tamamiyle kendilerine kaptırmışlar. Tabii ki Rey'in de büyüklüğü ortada , muhtemelen çalışanlarada yol gösteren bir oyuncu olarak ön planda bu film de.


Filmin bir başka önemli unsuru , Erkeğin kadının bir cinsel istek olarak görmesi , daima olarak görülen istek ve arzu...Dünyanın bu önemli konu , ve konularını , kadın - erkek meselesinin cinsel , ve derinlemesine incelendiği bu film , kariyerine son filmiyle veda eden üstad Bunuel'e ait. Bir ço kbaşarılı filmi olmasına rağmen bu film , benim en favorilerimden biridir. Ders niteliğinde eğitici , ve öğretici bir film...